Kadınlara dair verinin yokluğu nelere mal oluyor?

Posted by

Gülay Toksöz

Yakın zamanda bir arkadaşım ilgimi çekeceğini düşündüğü bir kitap getirdi: Caroline Criado Perez’in ‘Görünmez Kadınlar- Erkekler için Tasarlanmış Bir Dünyada Veri Yanlılığı ile Yaşamak’ (1) çalışması. Benim gibi verilerle haşır neşir olan, özellikle kadın emeği ve istihdamı konularında yıllardan beri okuyan, araştırma yapan, ders veren ve emekli olduktan sonraki yıllarda Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği’nde(2) aktif çalışan bir akademisyene bile şaşırtıcı gelen bilgilerle dolu bir kitap.

Criado Perez’in kitabı bize neler söylüyor? Hayatın her alanında toplanan verilerin erkekleri temel aldığını, kadınları hesaba katmadığını, böylece ciddi bir veri boşluğu bulunduğunu ve erkeklerin esas alınmasıyla üretilen bilginin yanlılığının kadınlar için olumsuz sonuçlarını çok çarpıcı örneklerle anlatıyor. Özellikle üç alanda; kadın bedeni, kadınların taşıdıkları ücretsiz bakım yükü ve kadınlara yönelik erkek şiddeti alanlarında veri yokluğunun sorunları nasıl görünmez kıldığını ve kadınlara zarar verdiğini gösteriyor.

Sayısız örneğe dayanan kitaptan birkaçını paylaşmakta yarar var. Kışın çok kar yağan bir İsveç kentinde öncelik arabaların gidebilmesi için sokakların kardan temizlenmesine verildiğinde ve kaldırımlara çok geç sıra geldiğinde, çoğunlukla toplu taşım kullanan ve kaldırımlarda yürüyen kadınların buzda kayan ve yaralananlar arasında büyük çoğunluğu oluşturduğu açığa çıkmış. Bunun üzerine belediye kanıta dayalı bir politikayla önceliği kaldırımların temizlenmesine vermiş. Burada kar küreme politikası erkeklere göre tasarlanmamış olsa da, cinsiyet veri boşluğunu giderecek araştırmalar yapılana kadar bunun farkına varılmamış. Nitekim BM Kadının Statüsü Komisyonu ulaşımın planlanmasında cinsiyetin dikkate alınmamasının erkek yanlılığına yol açtığını bildiriyor. Ulaşım politikalarının kadınları gözetmemesinin bir sonucu, yeterince aydınlatılmamış sokaklar, birbirinden uzak duraklar vb. toplu taşım kullanarak geceleri büyük tedirginlikle evlerine gitmek zorunda kalan kadınların başlarına gelen taciz ve cinsel saldırı vakaları. Perez’e göre, kent ve ulaşım planlamasının kadınların cinsel saldırı yaşama riskini dikkate almaması, kadınların halka açık alanlara eşit erişim hakkının ihlal edilmesi demek.

Kitaptan bir diğer çarpıcı örnek, kamusal mekanlardaki tuvaletlerin cinsiyet ayrımı gözetmeden yapılmasının kadınlar için ne tür sorunlara yol açtığına dair. Eşit sayıda tuvalet bölmesinin olduğu durumlarda erkek tuvaletleri boşken, kadın tuvaletlerinde sıra olduğu hepimizin deneyimlediği bir durum. Çünkü diyor Perez, kadınların tuvaleti kullanma süresi erkeklerinkinden iki-üç kat uzundur, kadınların yanında çoğu zaman tuvalet ihtiyacı olan küçük çocukları olabilir. Ayrıca idrar yolu enfeksiyonu yaşama sıklığı erkeklerden sekiz kat fazla olan kadınların tuvalete çok daha sık gitmeleri gerekir. Dolayısıyla eşitlik görünümü altında eşit sayıda tuvalet bölmesi sorunu çözmez. Öte yandan BM verileri, küresel düzeyde her üç kadından birinin tuvalete güvenli erişiminin olmadığını, kadınların erkekler gibi kolayca “her yere yapamadığı” için tuvalet bulmak üzere uzaklara gitmek zorunda kaldığını, bu nedenle sık tuvalete gitmemek için çok su içmediklerini ortaya koyuyor. Kaldı ki, gece tuvalete gitmek kadınların cinsel tacize uğrama riskini artırıyor. Yoksul ülkelerde yerel yönetimlerin yerleşim alanlarına yakın yerlerde halka açık tuvaletler yapmasının ve güvenlik önlemleri almasının getireceği maliyetin kadınların uğradıkları sağlık sorunları ve bunların maddi ve manevi maliyeti karşısında çok daha az olacağı hesaplanmış.

İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ İSTATİSTİKLERİ

Görünmez Kadınlar, Caroline Criado Perez, Çevirmen: Mine Şengel, 440 syf., Epsilon Yayınevi, 2021.

Çok sayıda çarpıcı örnekten bir diğeri, işçi sağlığı ve iş güvenliği istatistiklerine ilişkin. İş kazalarında ölenlerin çoğunluğu çalıştıkları işkollarına bağlı olarak erkek. Ancak iş kazalarına dair bilgiler çoğunlukla erkeklerin egemen olduğu sanayi işkollarına odaklanıyor, kadınların çalıştıkları işkolları yeterince ele alınmıyor. Örneğin bakım işi üstlenen kadınların ağır yaşlıları kaldırırken maruz kaldıkları sakatlanmalar, temizlikçi kadınların ağır su kovalarını taşırken uğradıkları kas ve iskelet deformasyonları, ağır kimyasal temizleyicileri solumaktan ileri gelen hastalıklar kayda geçmiyor.

Öte yandan yoksul ülkelerde hane temelli geleneksel üretimle meşgul olan kadınlar, örneğin Güney Asya’da kadınların yüzde 75’i enerji için biyoyakıt (odun vb.) kullanıyor, geleneksel ocakta yemek pişiren bir kadın günde yüzün üzerinde sigaraya eşdeğer duman soluyor. Bu ocaklarda yemek pişiren kadınlar günde üç ila yedi saat zehirli dumanlara maruz kalırken hava kirliliği solunum ve kardiyovasküler hasara, tüberküloza ve akciğer kanserine yol açıyor. Bu olumsuz sağlık koşulları henüz kapsamlı bilimsel araştırmaların konusu haline gelmemiş durumda.

KADIN TEMSİLİNİ ARTIRMAK

Perez, kadınlar ve kadınların yaşamlarına dair verileri toplamamanın cins ve cinsiyet ayrımcılığını doğallaştırmayı sürdürmeye yaradığını ve ayrımcılıkların hiçbirini görmemeyle sonuçlandığını söylüyor. Bunu aşmanın bir yolu, yaşamın her alanında kadınların temsilini artırmak. “Kadınlar karar verme süreçlerine, araştırmaya, bilgi üretimine dahil olduklarında yaşananları unutmazlar, yaşamları ve bakış açıları gün yüzüne çıkar” diyor. Aksi takdirde mevcut cinsiyet yanlı verilere dayanarak çalışan yapay zeka algoritmalarının giderek daha fazla belirleyici hale günümüz dünyasında eşitsizliklerin katlanarak büyümesi kaçınılmaz görünüyor.

Kitapta anlatılanlar son yıllarda giderek daha popülerleşen kanıta dayalı politikalar yaklaşımının ve bu amaçla veri toplamanın ne denli gerekli ve anlamlı olduğunu koyuyor. Son yıllarda Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı kuruluşlar başta olmak üzere, uluslararası örgütlerde ve sivil toplum örgütlerinde bu terim çok kullanılır oldu. Özellikle BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın gerçekleştirilebilmesi için ilgili alanlara ilişkin kanıta dayalı politikaların taşıdığı önem vurgulanıyor. Politikaya temel oluşturacak veri, geniş ölçekli anketler yoluyla niceliksel olarak toplanabileceği gibi mülakatlar, odak grup görüşmeleri vb. teknikler aracılığıyla niteliksel olarak da toplanabiliyor.

Peki, özellikle niceliksel veriler ne ölçüde cinsiyet dağılımına göre bilgi içeriyor? Ne ölçüde kadınların insan haklarının gerçekleşme düzeyini ortaya koyacak bir izlemeye imkan veriyor? Türkiye’de başta Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olmak üzere, eğitim, istihdam, sağlık gibi alanlarda veri toplayan ve yayınlayan bakanlıkların giderek daha az veri ürettiğine, bunların birçok durumda cinsiyet kırılımlı (dağılımlı) olmadığına ve düzenli yayınlanmadığına dikkat çekmek gerekiyor. Örneğin kadına yönelik şiddet konusunda düzenli istatistiklerin olmaması, sorunun büyüklüğünün görünmesini istemeyen bir yaklaşımın dışavurumu olarak görünüyor.

Başta toplumsal cinsiyet temelli şiddet olmak üzere hayatın her alanında kadınların insan haklarının ihlal edilmediği, ayrımcılıklarla mücadelenin esas olduğu, insan onuruna yakışan bir yaşam için sağlıklı verilere, bunları temel alan kanıta dayalı politikalara ve bu politikaların uygulanmasına ihtiyacımız var.


Dipnotlar

1. Epsilon Yayınları, 2021.
2. https://ceid.org.tr

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir