Leyla Bedirhan’ın sanat yaşamının 100. yılı
Rohat Alakom – Pervin Chakar – Behice Feride Demir
Bu yıl (2024) Leyla Bedirhan’ın sanat yaşamının 100. yıl dönümü. Aşağıdaki yazı hem onun sanat ve dans yaşamına dikkat çekmek hem de Leyla Bedirhan gibi unutulup giden diğer Kürt şahsiyetlerinin anısını gelecekte yaşatmak amacıyla kaleme alındı. Yıllarını Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde geçiren ve en sonunda Paris’e yerleşmeye karar veren Leyla Bedirhan, Şerif Paşa gibi Fransa’nın Kürt dostları arasına girmiştir. Avrupa’daki Kürt izlerinin saptanması, Kürt kültür değerlerinin ortaya çıkarılıp korunması ve yaşatılmasına katkıda bulunmak için araştırmacı yazar Rohat Alakom, opera sanatçısı Pervin Chakar ve yazar Behice Feride Demir ile birlikte bu üç sayfalık yazıyı kaleme alma gereksinimi duymuş, her birisi yazısıyla bu ortak ‘Leyla metni’ne katkıda bulunmuştur.
Sanatçı Leyla Bedirhan ilk kez bundan tam 100 yıl önce Avusturya’nın başkenti Viyana’da sahne alarak halkın karşısına çıkar. Bu nedenle 1924 yılının onun sanat ve dans yaşamındaki önemi büyüktür. Aynı yılın yaz aylarında kendisinden söz ettiren Leyla, 11 Kasım günü Viyana’da sahneye çıkar. Kürt Savaş Dansı başta olmak üzere birçok Doğu halkları dansını sergiler. 1924 yılının yaz ve sonbaharında çıkan birçok Avusturya gazetesinde Leyla haberlerine rastlanılır. Böylece 20. yüzyılın ilk yarısında başta Avrupa’nın birçok ülkesi ve Amerika olmak üzere dans gösterisinde bulunur. Bu yıllarda tüm Avrupa’da Kürt ve Kürdistan sözcükleriyle birlikte bir “Leyla Bedirhan Rüzgarı” esmiştir. Geçen yıl (2023) Leyla Bedirhan’ın evi, mezarı ve mezar yerinin Paris’te bulunması Avrupa’da Kürt topluluğu arasında büyük bir sevince yol açmış, opera sanatçısı Pervin Chakar Paris’te düzenlediği konserini Leyla Bedirhan’a adaması ile bu coşku doruk noktasına ulaşır (17 Mart 2024). Umarız yakın bir zamanda kurulacak kültürel bir “Paris-Viyana Leyla Bedirhan Köprüsü” vasıtasıyla bu sanatçımızı belki de daha fazla tanıyacağız. Bu tür kültürel ilişkiler sayesinde Avrupa’daki Kürtler böylece birbirlerine daha çok yakınlaşacaktır. Kürdistan’dan gelebilecek bir dans folklor ekibinin Viyana’da düzenlenecek bir anma etkinliğine katılması 2024 yılını daha anlamlı ve görkemli kılacaktır.
KÜRT PRENSESİ
Leyla Bedirhan, dönemin en üretken, en isyankar ve en entelektüelleri olarak bilinen Bedirhan ailesinin bir mensubu olarak bilinse de bundan ziyade daha ‘Kurdish Princess’ ya da ‘Kurdish Ballet Artist’ olarak dans dünyasında ve dünya basınında anılmıştır; o hayatını bale ve dansa adamış, Kürdistanlı bir sanatçı olarak tarihe geçmiştir. 1924´te sahneye çıkmaya başladığında balenin prensi Nureyev, operanın kraliçesi ‘La Divina’ Maria Callas daha doğmamıştır. Bale ve opera dünyasında inanılmaz çekişmelerin yaşandığı dönemleri hatırlarsak bir Kürt-Yahudi kızının dünya sahnelerine doğunun mistik ve egzotik danslarını sahneye taşıması büyük bir başarı örneğidir. Döneme damgasını vuran sanatçılara pek çok lakaplar takılırdı tıpkı Leyla Gencer’e ‘La Diva Turca’ (Türk Divası) denildiği gibi Leyla’ya da ‘Kürt Prensesi’ denilmiştir. Joan Sutherland’a ‘La Stupenda’ (Muhteşem) dedikleri gibi…
17 Mart 2024 tarihinde Paris Salle Cortot salonunda Leyla Bedirhan’ı anmak isteyen Pervin Chakar ve Leyla Bedirhan’ın en büyük benzer yanlarından biri, ikisinin de Kürt olması. Ayrıca Kürdi duygularla hareket etmesi ve Leyla’nın bale sanatında, Pervin’in de opera sanatında ilk defa Teatro Alla Scala gibi opera ve balenin mabedi sayılan prestijli bir tiyatro evinde sahneye çıkması olmuştur.
İtalyan besteci Ottorino Respighi’nin Belkis, Regina di Saba (Saba Melikesi/Kraliçesi Belkıs) adlı teatral-bale eserinde Belkıs rolünü canlandırırken dönemin en önemli baleti Rus-Amerikan David Lichine ile sahneye çıkmıştır. Opera ve bale dünyasında süregelen bir gelenek vardır casting/rol dağıtımı yaparken. Doğulu, Uzak Doğulu ya da Kuzeyli olan sanatçılar ya kültürlerinden ya da sahip oldukları ırktan ötürü belli başlı eserlerde uygunluk sebebiyle roller verilir. Saba Kraliçesi de onlardan bir tanesidir. Leyla’nın bu role uygun görülmesi büyük bir şans ve fırsattır. Çünkü Leyla Bedirhan, Dürzi Dansı, Dilan (Kürt Dansı), Kürt Savaşçısı, Pers Damgası, Hiyeroglifler gibi dans koreografileri ile tanınmaya başlamıştır. Kendi yarattığı fırsatları büyük bir başarıya dönüştürmüştür. Tıpkı genelde Alman ve İskandinav opera sanatçılarına cüsselerinden ve seslerinin güçlü olmasından ötürü Wagner eserlerinin verilmesi ya da Puccini’nin Madama Butterfly eserinde Japon Geyşa rolü Cio-Cio San’ın tüm Uzak Doğulu sanatçıların oynaması gibi. Her halükarda Leyla’nın mistik danslarının ünü Milano’ya kadar ulaşmış ve kendisini başarıya götürmüştür.
Dönemi düşündüğümüzde pek çok olay gelişiyor tarihsel olarak. I. ve II. Dünya savaşları ile beraber Nazi rejimi soykırım politikasına şahit olmuş ve bunu bizzat yaşamış bir sanatçının Avrupa’da ayakta durması hem şaşırtıcı hem de ilham vericidir. Paris’te Yahudi cemaatlerinin olması, sanat-kültürde birbirlerini desteklemeleri ve korumaları kaçınılmazdır Leyla için. Zira sanatına ailesinden bir parça taşıması, bununla gurur duyması ve özünü unutmaması biz Kürtler nezdinde önemli bir davranış olsa da pek çok farklı kesimler tarafından özellikle erkek kanonu ve muhafazakar bir toplumda eleştiri odağı olmuştur. Dans kıyafetlerinin İslam’a aykırı olması, Leyla’nın anne tarafından Yahudiliği üstüne alması, sırtlanması, Kürt ve Kürdistan üzerine sergilediği dans figürleri pek çok zorluğu da beraberinde getirmiştir. Pek çok kez ‘Kürt Dansöz’ ya da Doğu’yu Mısır’la ve Araplar’la sınırlandıran bir bakış açısıyla sanatı küçümsenerek manşetlere taşınmıştır. Leyla Bedirhan, 20. yüzyılın en önemli Kürt sanatçısı olmakla beraber onun gibi Avrupa ve dünya sahnelerinde ses getiren bir bale sanatçısını yaşatmak kültürümüz için büyük bir moral gücü olacaktır.
ENCUM YAMULKİ VE LEYLA BEDİRHAN
Kürt kültürünü yaşatmak ancak tarihi tamamlamak ve talihe bırakmamakla mümkün olabilir.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Kürdistan tarihi iki kadının şahsında bizim için önemlidir. Encum Yamulki’nin politik öncülüğü ve Leyla Bedirhan’ın sanat dünyasındaki başarıları uluslaşma trenini kaçıran Kürt dünyası için bir nebze de olsa teselli kaynağıdır. Yamulki, Kürt kadınlarını politik sahneye davet ettiğinde, Leyla Bedirhan, bir Bedirhani sürgünü olarak kendi çağını açmaya hazırlanıyordu. Yolları Paris’te kesişen, mesleki başarıları bu kentte zirve yapan bu iki Kürt kadını birbirini hiç tanıdı mı bilinmez ama her birisinin ulusal tarihimizdeki rolü bugün için tarihin yeniden yazılması için önemli verilerdir.
Leyla Bedirhan nev-i şahsına münhasırlığı ile içte ve dışta çağdaşları arasında hep farklı bir profil çizerken, Yamulki kendi döneminin önde gelen Kürt kadınları ile birlikte kurduğu “Kürt Kadınları Teali Cemiyeti” ile özdeşleşmiştir.
Eğer Kürt kültür dünyası devletsel bir zemine sahip olsaydı Leyla Bedirhan bugün sosyal ve kültürel hayatımızın, kurumlarımızın, hatta siyasilerimizin dünya sahnelerindeki gurur markası olacak ve ulusal bir simge olarak öne çıkarılacaktı.
Bugün Leyla hem yirminci yüzyıldaki parçalı ve trajik tarihimizin bir parçası hem de yirmi birinci yüzyıldaki pek çok sanatsal gelişmenin esin kaynağı olarak Paris’ten bize bakıyor.
Bu nedenle ikamet ettiği evleri, eşyaları, kendince serveti, bilmediğimiz anıları, arkadaşlıkları, yaratıcılığı ve özgünlüğü her bulguda büyük bir yankıya dönüşüyor. Şimdi Billancourt Rue de Pavillon’daki son evi bir adresten ibaret. Saint Cloud mezarlığındaki mezar taşı ona dair tek somut kanıt olarak kişisel biyografisine son bir yılda eklendi. Kısacası Leyla’nın yüzüncü sanat yılını hala bilinmezliklerle karşılıyoruz.
Ancak Leyla Bedirhan öylesine hırslı ve iddialı bir isimdir ki aristokrat, sanatçı, sürgün ve yalnız bir Kürt kadını olmasına rağmen ölümsüz bir sanatçı olmayı yaşarken başardı. Leyla, kaybettikleriyle eşdeğer hatta ondan katbekat fazla bir ölümsüzlüğü elde ederek öldü.
Yüzüncü sanat yılı sessizce ve kişiler arası mesajlaşmalarla kutlanırken, resimleri, birkaç dakikalık videoları, ona dair yazılan makaleler ve kitaplarla unutulmazlığını hatırlamaya çalışılıyor. Leyla Bedirhan’ın kişisel tarihi, milletimizin yazılmamış kendi tarihidir.
1986’da öldüğü Paris’te onu 38 yıl sonra anarken, Salle de Cortot’un nostaljik salonunda Kürtçe kılamlarla (şarkı) onu bize, bizi ona götüren bir başka Kürt sanatçı Pervin Chakar ve arkadaşlarının çabası asla bir tesadüf olmasa gerek. Başta aktardığımız şu kıymetli sözleri burada bir kez daha tekrarlama gereksinimini duymaktayız: Tarih tamamlanmalı ve hiçbir şey eski talihimize bırakılmamalıdır!
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)